Uygar ülkelerde, hukuk, demokrasi, felsefe ve politikanın birbirlerinden ilham alması ve birlikte gelişmeleri hedeflenir. Bunlardan birinin yokluğu diğerlerinin varlığında zaafiyet yaratır. Hukuk, anayasa ve kanunlar sayesinde demokrasiyi inşaa eder. Demokratik ortamlarda felsefi düşünceler özgürce üretilir. Felsefeden beslenen politik düşünce demokrasinin gelişimini, gelişmiş bir demokratik yapı da hukukun evrensel nitelik kazanmasını sağlar. Hukuk aynı zamanda demokrasiyi koruyacak önlemler de alır. Ancak demokrasiyi korumak adına alınacak tedbirler, özgür politik fikirlere engel teşkil edecek antidemokratik uygulamalar olmamalıdır. Hukuk alanında en çok tartışılan bu konuda temel olan prensip “fikir özgürlüğü” prensibidir. Modern demokrasilerin hukuk ile olan ilişkisi, siyaset bilimci Robert DAHL (1915-2014) tarafından ortaya konulan poliarşi (çoğunluk yönetimi) kavramı ile şu temel altı ilke ile soyuttan somuta indirgenmiştir; 1- Siyasi iktidarlar seçimle belirlenmeli, 2- Seçimler önceden belirlenmiş, düzenli aralıklarla yapılmalı, 3- Seçimler serbest ortamlarda yapılmalı, 4- Seçimlerde birden fazla parti olmalı, 5- Muhalefetin fiilen iktidar olma şansı olmalı, 6- Temel kamu hakları tanımlanmış ve yasalarla güvence altına alınmış olmalıdır. Hukuk, devletin adil bir şekilde yönetilebilmesinin esaslarını belirleyen bir normlar bütünüdür. Ancak demokrasi ne bir norm ne de politik bir hakikat olmayıp politik hakikate ulaşabilmeyi mümkün kılan bir araçtır. Demokrasi, fikirlerin birbiri ile tartışmasına, müzakere edilmesine imkan sağlar. Ancak bu sayede zihinler birbirleri ile tanışır, birbirlerini besler ve diyalektik bir yaklaşımla (tez-antitez-sentez) toplumun yararına olacak politik fikirlere ulaşılabilir. Ülkeler, hukuki yapılarını inşaa ederken, uluslararası işbirliklerinden istifade ettikleri gibi, evrensel hukukun gelişimine de katkıda bulunurlar. Uluslararası hukuki işbirlikleri; hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde, evrensel insan haklarının güvence altına alınması ile demokratik yaşamın kalıcı hale getirilmesini hedefler. Avrupa Pandekt hukuku bu şekilde farklı ulusların birbirlerinin hukukundan istifade etmesi ile gelişmiştir. Nitekim cumhuriyetimiz kuruluş yıllarında medeni hukuk, ticaret hukuku, ceza hukuku gibi alanlarda Avrupa pandekt hukukundan istifade etmiştir. Daha sonra kadına seçme ve seçilme hakkını vermiş, dünya barışına katkı sağlayacak bölgesel paktlar oluşturmuş, Avrupa Konseyi, AİHM gibi önemli uluslararası kurumların kuruluşunda da bizzat yer almıştır. Demokrasi, yurttaşların onur ve şerefini korumayı amaç edinir. Demokratik yönetimlerde vazgeçilmez olan temel prensipler; erkler ayrılığı (yasama-yürütme-yargı), hukuk-devleti, bağımsız yargı, basın özgürlüğü, inanç hürriyeti, mülkiyet hakkı ve ekonomik fırsat eşitliği ile fikir özgürlüğüdür. Otokratik ve dini esaslara dayalı rejimler, demokratik yaşamın bu temel prensiplerini yok saydığından insani gelişime imkan vermez. Demokratik bir yapıda seçme ve seçilme özgürlüğünün teminat altına alınması ve seçimlerin verimli bir sonuç üretebilmesi için özgür muhalif düşüncenin varlığı şarttır. Seçimler, bağımsız yargıçlar tarafından denetlenebilir olmalı ve muhalif her görüş kamuoyuna serbestçe tanıtılabilmelidir. Özgür bir muhalefet ve basının mevcudiyeti en az seçimler kadar önemlidir.
Demokrasi, zeka kapasitesi ile dürüstlük standartları yüksek bilge yöneticilerin birikim ve erdemi ile devleti yönetmelerini hedefler. Bu hedeflere ulaşabilmek için yönetilenlerin de yönetenler kadar “ahlaki, entelektüel ve aktif katılım“ kapasitelerinin yüksek olması gerekir. Felsefe, özgür düşünceler sistematiği olduğundan demokratik bir ortama ihtiyaç duyar. Felsefe, meşruluğunu hiçbir inanç ve otoriteye bağlı olmadan bizatihi kendisinden alan evrensel özgür bir etkinliktir. Felsefe dünyası, sorgulamanın, yargılamanın ve doğru karar vermenin metodolojisi ile ilgilenir, gündelik meseleler ile ilgilenmez. Politika ise daha ziyade gündelik meselelere çözüm bulmak için uğraş verir. Felsefe, kendisinden ilham almış politik görüşlere etkide bulunarak gündelik meselelere de dolaylı olarak çözümler üretmiş olur. Felsefe ile dini inanç sistemleri binlerce yıldır düşünsel anlamda birbirleri ile çatışmaktadırlar. Bu çatışma ve tartışmalardan ilham alan düşünürler, devlet yönetiminde dini esaslara dayalı olmayan bir yönetim şekli olarak laik devlet yönetim sistemini geliştirdiler. Felsefenin, demokrasi ve politik yaşama en büyük katkılarından biri olan laik devlet yapıları, günümüzde bireysel inanç haklarını zedelemeyecek çözümlere ulaşabilmiştir. Çağdaş demokrasilerde sadece seçimlerin yapılabiliyor olması kafi değildir. Demokrasi, sadece temenni ve dilekler ile siyasi iktidarların keyfiyetine bırakılamaz. Mutlaka demokrasiyi koruyacak, muhafaza edecek ve geliştirecek bağımsız kurumların varlığı ve bağımsızlıkları anayasa ile güvence altına alınması gerekir. Ülkemizde yaşanan temel sorunların, yargı, ekonomi, basın özgürlüğü gibi alanlarda etkin olması gereken bazı kurumların bağımsız bir yapıda olmamasından kaynaklandığı kamuoyunda hakim olan bir görüştür. Yargı alanında, AYM, Danıştay, Sayıştay, HSYK, YSK, ekonomik alanda, TCMB, TÜİK, BDDK, EPDK, SPK, basın-yayın, eğitim ve inanç alanında RTÜK, YÖK, DİYANET gibi önemli kurumların, iktidarın müdahalelerinden ve atamalarından arındırılarak, bağımsız bir yapıya kavuşturularak anayasal güvence altına alınması şarttır. Bu kurumlar yasalara uygun olarak; iktidarı denetlemeli, kendi yöneticilerini liyakat esasına göre belirlemeli, faaliyet alanlarında rasyonel kararlar alarak hukuki-ekonomik ve siyasal yaşamın demokratik sürekliliğini sağlamalıdır. Bu kurumlara ilaveten sendikaların, iş insanlarının, meslek kuruluşlarının, akademi dünyasının, sivil toplum kuruluşları ile birlikte sanat ve entelektüel düşünce dünyasının da siyasi sisteme aktif katılımları engellenmemeli, farklı fikir ve önerilerin kamuoyuna sunumu sağlanmalıdır.
Yazımda; hukuk, demokrasi, felsefe ve politika kavramları ve birbirleri ile olan ilişkilerine değindim. Bu kavramların arasındaki bağı kuvvetlendiren en önemli unsurun DEMOKRASİ olduğuna inanıyorum. Bu kavramlar arasındaki geçişkenlik ancak demokratik ortamlarda sağlanır. Demokrasinin gelişimi bireysel ve toplumsal önyargılarımızdan kurtulmak ile mümkün olabilir. Maalesef sorunlarımızın büyük bir bölümünün demokrasi yoksunluğundan kaynaklandığı konusunda hala toplumumuzda ortak bir kanaat oluşmamıştır. Demokratik yaşam kültürü başta aile hayatımız olmak üzere iş yaşamımızda, eğitim-sosyal yaşam ve siyasi yaşamımız içinde hakim bir unsur olamamıştır. Karşıt fikirleri dinleme, anlama gayreti ve hoşgörü gösterme konusunda öz güven yoksunluğu içindeyiz. Fikirlerimizi, farklı fikirler ile zenginleştirme kabiliyetimizi geliştiremiyoruz. Bu acı gerçekler üzerinde düşünmeli ve zihinsel toleranslarımızı genişletmeliyiz. Sorunlarımızın çözümünde demokrasimiz yetersiz kalıyorsa, daha çok demokrasiye ihtiyacımız var demektir.