Menderes’in Sovyet Rusya Randevusu ve 27 Mayıs 1960 Darbesi

İkinci Dünya Savaşından sonra başlayan, Soğuk Savaş yıllarında Türkiye Cumhuriyetinin SSCB (Rusya) ile ilişkileri batılı çevrelerce büyük bir titizlikle izlenmiştir.

Savaştan sonra Stalin döneminde SSCB, 1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile imzalamış oldukları ‘Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşmasını’ yenilemeyeceklerini bildirmiş, ayrıca Boğazların yönetimi üzerinde talepte bulunmuşlar ve doğu sınırlarının yeniden düzenlenmesini istemişlerdir ( Kars, Ardahan meselesi). Bu sebeplerle, Türkiye – SSCB ilişkileri yıllarca gergin ve soğuk bir düzeyde kalmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girme talebi, saydığımız Sovyet Rusya’nın yayılmacı tehditleri sonucunda meydana gelmiştir. NATO’ya ilk başvurular, İsmet İnönü CHP döneminde yapılmış, ancak Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşına tüm ısrarlara rağmen bir türlü katılmaması, hatta Almanlara yakın politikalar izlemesi yüzünden (Milli Şef Dönemi) ret edilmiştir. O dönemde, Türkiye tüm dünyada adeta yalnızlığa itilmiş, sevilmeyen bir konuma gelmiştir. 1950 yılında Menderes Hükümeti iş başına geldiği zaman Sovyet Rusya tehditleri devam etmektedir. Menderes’in son derece akılcı politikalarıyla, Türkiye önce yayılmacı komünizme karşı Kore Savaşına katılmış, şehitler, gaziler vermiş ve tüm hür dünyadan büyük bir takdir, sempati ve minnet kazanmış, akabinde de NATO başvurusunu tekrarlayarak NATO’ya kabul edilmiştir. Türkiye NATO’ya girince Rus tehditleri kesilmiş, ancak Rusya ile gergin, soğuk ilişkiler sürmüştür.

 

İlginçtir bu gergin ilişkileri yumuşatma girişimlerinin ilki, 5 Mart 1953’de Stalin öldükten sonra Ruslardan gelmiştir. SSCB hükümeti 30 Mayıs 1953 de bir açıklama yapar. Bu açıklamada doğu illerimiz konusundaki iddialarından vaz geçtiklerini belirtir, Boğazlarda Sovyet üstleri kurulması konusunun üzerinde de artık durmayacaklarını açıklarlar. SSCB’nin yeni lideri Kruşçev, Türkiye’ye verilen ültimatomlar ve toprak talepleriyle Stalin’in, güney komşusunu yani Türkiye’yi, batının kucağına ittiği kanaatindedir. Rusya artık detant (yumuşama ) politikaları izlemeye başlamıştır. Örneğin 1957 yılında Moskova da yapılan Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna, SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri, Başbakan Nikita Kruşçev katılır. Bu olay Türkiye tarafından iyi niyetli bir jest olarak kabul edilir. Artık Kremlin, Türk-Sovyet ilişkilerini zedeleyen taleplerinden vaz geçmiştir.

 

9 Ocak.1960 tarihinde, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Meclis’te bütçe görüşülürken yaptığı konuşmada Sovyetler Birliğinin yumuşama politikalarına Türkiye’nin olumlu bakışını dile getiren cümleler sarf eder. (11 Ocak 1961, Cumhuriyet Gazetesi) :

“Sovyetler Birliği mazide teessüs etmiş olan kanaati izale ederek bir yumuşama siyasetine başlama lüzumunu anlamış ve bunun temini için her şeyden önce bu sinir gerginliğini ortadan kaldırmak istemektedir. Kötümser düşünenler diyorlar ki, Rusya’nın bu hareketi bir taktik neticesidir. Bize hassasiyetimizi kaybettirecek böyle bir taktiğin kurbanı olmamalıyız. Bunun yanında iyimser görüş şöyle özetlenebilir. Sovyet Rusya iktisadi alanda büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Silahlanma masraflarını da hafiflettiği takdirde halkına daha büyük bir refah verme imkânını elde edebilecektir. Dolayısıyla Rusya’nın bu teklifi samimidir. Üstelik Rusya kendi ideolojisini sulh içinde de geliştireceğini bilmektedir….Elbette Türkiye’nin büyük komşusu ile dostluk ve barış içinde yaşamaktan daha içten bir arzusu olamazdı. Eğer bu dostluk ve güven ortadan kalkmış ise bunda Türkiye Cumhuriyetini kabahatli görmeye imkân yoktur. Sovyetler Birliğinin batı ile temasları yenidir. Biz bu temaslardan günü gününe haberdarız. Türkiye bu temaslardan herhangi bir olumsuz duygu ve güvensizlik duymadığı gibi, müttefiklerimize de itimadımız vardır. Bazı arkadaşlar niye bizim müttefiklerimiz Sovyet Rusya ile temas ediyorlar da bizim temaslarımız doğru görülmüyor ve günah sayılıyor diye sual sordular. Derhal şunu söyleyeyim ki, böyle bir düşünce söz konusu değildir. Ve kimse Türkiye’ye böyle bir telkinde bulunmamıştır. Esasen bizim orada bir elçimiz var. Böylece temas halindeyiz.”

11 Nisan 1960 tarihinde Moskova ve Ankara hükümetleri tarafından yapılan bir açıklama diplomatik çevrelerde bomba gibi patlamıştır. Açıklama şöyledir;

“Başbakan Adnan Menderes 12 Temmuz 1960 tarihinde Moskova’ya resmi bir ziyaret yapacaktır. Bir süre sonra da SSCB Devlet Başkanı Nikita Kruşçev Ankara’ya iade i ziyarette bulunacaklardır. Kamuoyuna duyurulur.”

Nisan 1960 da Ankara ve Moskova da aynı anda açıklanan ortak bildiri şöyledir: (12 Nisan 1960, Cumhuriyet Gazetesi)

“Son zamanlarda Ankara da Türkiye ile SSCB arasında Türk Sovyet münasebetlerinin ıslahını, iki tarafı karşılıklı ilgilendiren diğer meseleleri görüşmek üzere Türkiye ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği hükümet başkanlarının yüksek seviyede bir toplantı akdetmeleri hususunda fikir teatisinde bulunulmuştur. Taraflar Türkiye Cumhuriyeti başvekili ile SSCB Vekiller Heyeti Başkanı arasında ziyaret teatisinin faydası üzerinde mutabık kalmışlardır. Bununla ilgili olarak SSCB Vekiller Heyeti Başkanı N.Kruşçev’in daveti üzerine Türkiye Cumhuriyeti başvekili Adnan Menderes’in 1960 Temmuzu’nda Sovyetler Birliğini resmen ziyaret etmesi hususunda mutabakata varılmıştır. Bu ziyareti Sovyetler Birliği Komünist Partisi 1.Sekreteri Nikita Kruşçev’in Türkiye ziyareti izleyecektir.”

Aslında SSCB ile yakınlaşma politikalarının 1959’lar da başladığı da düşünülebilir. Zira evrensel ün yapan sopranomuz Leyla Gencer’in, 1959 ortalarında bir kültür elçisi olarak Moskova’ya gitmesi, Bolşoy’da konserler vermesi de manidardır.

Metin Toker, İsmet İnönü’nün bu gelişmelerden kaygılandığını, Menderes’in İçişleri Bakanını Moskova’ya gönderdiğini duyduğunda : “Adnan ile Fatin tehlikeli bir oyun oynuyorlar” dediğini yazar.

Başvekil Menderes’in bu yeni dış politikası genelde ülkede memnuniyet yaratmıştır. Ancak çok ilginçtir birdenbire SSCB ile oluşmuş olan sıcak ortamı buz gibi soğutacak bir olay patlak veriverir. 1 Mayıs1960 günü, Türkiye’nin kontrolünün dışında olan İncirlik üssünden kalkan bir Amerikan U2 casus uçağı, Sibirya üzerinde Sovyet hava koruma bataryaları tarafından düşürülür. Uçağın pilotu Francis Powers’ın bu düşme esnasında ölmemesi esir alınması bile anlamlıdır. Türkiye sınırları içinde, İncirlik üssünden kalkan U2 ABD casus uçağının, SSCB topraklarında işi neydi? Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko ABD’yi suçlar, ancak Türkiye’yi sadece protesto eder. Dünya politik konjoktüründe çok gergin bir ortam yaratan bu U2 olayı yakın geleceğe yönelik SSCB-Türkiye Cumhuriyeti arasındaki uzlaşma politikasını durduramamış görünmektedir. Bu bakımdan o tarihte bazı güçler veya bu günün tabiriyle üst akıl, Menderes’i tasfiye etmek için daha kuvvetli yeni çarelere başvurmak ihtiyacını duymuş olmalıdır.

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesine tam 26 gün kalmıştır!

28 Mayıs 1960, ABD Büyükelçisi Warren, 27 Mayıs Darbesinden bir gün sonra darbecilerin kurduğu hükümetin Dışişleri Bakanı Selim Sarper’in refakatinde Genel Kurmaya giderek Orgeneral Cemal Gürsel ile görüşür. Sıcak bir havada geçen görüşmede Warren yeni hükümetin NATO ve CENTO’ ya bağlı kaldıklarını bildirmesinden dolayı (Türkeş’in radyolardan okuduğu meşhur 1. Tebliğ) ABD olarak duydukları mutluluğu dile getirir. Konuşma da Gürsel enkaz edebiyatı yapar, devlet memurlarının maaşlarını nasıl ödeyeceklerini bilemediğini ABD Büyükelçisine yakınır. Büyükelçi çok memnundur. Teslimiyet ifadesi olan bu yakınmalara Warren, ne kadar ihtiyacınız var diye kısaca bir soru ile cevap verir. Gürsel’in bu soruya 180 milyon diye cevap vermesi üzerine Warren yine tek kelime ile tebessüm ederek cevap verir, ok… Çıkışta Cemal Gürsel, memnuniyet içinde basın mensuplarının sorularını cevaplandırırken şunları söyler:

“Sayın Büyükelçi Warren’e sadece ziyarete geldiği için değil, çok yararlı öğütler verdiği için de teşekkür ederim”

30 Mayıs 1960, Dünyanın Demokrasi Bekçisi olarak tanınan ABD, Türkiye’de seçimle gelmiş, halkı temsil eden, meşru bir hükümeti Demokrat Parti Menderes Hükümetini genel seçimlere aylar kala, silah zoruyla devirerek devleti ele geçiren ve Türk demokrasisini rafa kaldıran Orgeneral Cemal Gürsel hükümetini fiilen tanır. 11 Haziran1960 tarihinde ise, ABD Başkanı Eisenhower, darbe hükümeti başkanı Gürsel’e bir nezaket mektubu gönderir. Eisenhower mektubunda iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliğinin süreceğini belirtir, NATO ve CENTO’ya bağlılıklarından dolayı duyduğu mutluluğu vurgular ve Gürsel’e iktidarı sivil kişilere devredeceği konusundaki sözünü hatırlatır. Evet, artık iktidar sivil kişilere devredilmelidir, demokrasiye dönülmelidir, nasıl olsa Sovyet Rusya’ya yaklaşan, sivil DP, Menderes iktidarı tasfiye edilmiştir. Bu dönemde özellikle NATO, Türkiye’nin iyice içine sızmaya başlamıştır. Bir dönem MİT bile maaşlarını NATO’dan alacaktır.

27 Mayıs 1960 öncesi Demokrat Parti Hükümeti tarafından talep edilen ve karşılanmayan ABD kredileri, darbe ile iktidarı ele geçiren Milli Birlik Komitesi hükümetine yağmaya başlar. (Gazetelerden: Kaynak, Prof. Dr. Çetin Yetkin, Türkiye de Askeri Darbeler ve ABD)

5 Temmuz 1960; ABD dün bir milyar lira hibede bulundu. Bu yıl 100 milyon dolar yardım muhtemel.

4 Ağustos 1960; ABD 34 milyon dolar hibe etti. Bunun 11 milyon doları akaryakıt, 6,9 milyonu çelik mamuller ithalinde kullanılacak ( dikkat sadece ithal-dış alım kaydıyla verilen para)

25 Kasım 1960; Avrupa İktisadi İşbirliği ve Para Fonu ile yapılan müzakerelerin iki gün içinde neticeleneceği bildirildi.

12 Ocak 1961; ABD bize 43 milyon dolar verdi. Bu yardım ithalat (sadece dış alım için veriliyor) için kullanılacak. 27 Mayıstan beri yapılan yardım tutarı 279 milyon doları buluyor.

16 Mart 1961; ABD 90 milyon lira daha serbest bıraktı.

19 Nisan 1961; ABD 1 milyar liralık yeni bir yardımda bulundu.

15 Ekim 1961; Faure Türkiye’ye yardımı zaruri görüyor.

27 Mayıs 1960 günü askeri bir darbe ile DP hükümeti tasfiye edilmiş, Yassıada süreci sonunda Adnan Menderes ve iki bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan bir hiç uğruna infaz edilmişlerdir. Geride ABD’ye bağlı, uydu bir Türkiye oluşturulmuştur. Bu ülke demokrasi ile idare ediliyormuş veya bir diktatör, askeri cunta ABD için hiç fark etmez. Zaten araştırmacı-yazar Cengiz Özakıncı’nın da belirttiği gibi, 27 Mayıs Darbesi ABD 7. Ordu karargâhında planlandı. 7. Ordu İkinci Dünya Savaşında Nürenberg’i işgal eden ordudur.

Hatırlayacaksınız Kıbrıs’ta Türkiye’yi garantör yaparak ‘Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yasal dayanağını hazırlayan Zürih-Londra Anlaşmalarını imzalamak için Londra’ya gitmekte olan Menderes’in uçağı 17 Şubat 1959 günü, Londra’ya varmak üzere iken düşmüştür. 27 Mayıs Darbesinin görünmez kurmay subaylarından Sadi Koçaş anılarında,

O uçak düşme olayı açıklandığı gibi öyle sis falan değildir, pilot, çok yakın arkadaşım, emekli bir askeri pilottur.”

Diye imalı bir cümle kullanmış. Sise son derece alışık olan Londra’da, Türkiye başvekilini ve kalabalık bir hükümet erkânını taşıyan bir uçağın sis yüzünden düşmesi imkânsız gibidir. Olayı bir suikast olarak değerlendirenlerin sayısı hayli kabarık olmuştur. Özakıncı’nın belirttiğine göre, ‘Menderes kazadan kurtulunca Faik kod adlı Gürsel çok kızmış, şimdi kendini peygamber ilan edecek, işimiz daha zorlaşacak’ demiş

Bir yıl kadar sonra meydana gelecek 27 Mayıs’a giden süreçte, Menderes’ten nefret eden subayların en kritik mevkilere yerleştirildiklerini görmek için kahin olmaya gerek yok. Kuvvetle muhtemeldir ki, Londra’da kıl payı kurtulduğu uçak kazasında ABD’nin parmağı olduğunu Menderes anlamıştır. Zira bu tarihten sonra Rusya’ya ciddi bir yöneliş başlamıştır.

15 Temmuz 2016 yılında meydana gelen FETO darbe girişiminde, ABD’den Fetullah Gülen vasıtasıyla emir alan hain subayları görünce, 27 Mayıs Darbesinin baş aktörlerinin de ABD tesirinde yetişen subaylar olduğunu ve ABD’den CIA vasıtasıyla veya bir başka şekilde emir almış olabileceklerini düşünmemek mümkün değil. Bir iki örnek vereyim,

Sadi Koçaş, 1952-53 yılları arasında İngiltere’de Hava-Kara İşbirliği Okulunda uzmanlık eğitimi gördü. 1954-56 yılları arasında Bükreş, 1959-61 yılları arasında da Londra Askeri Ataşeliği yaptı.

Mucip Ataklı, Paris’teki NATO karargâhında görev yaptı.

Osman Köksal, 1952-53 Kore Savaşı’na katıldı, ABD’den üstün hizmet madalyası aldı.

Suphi Karaman, ABD’nin yürüttüğü atom silahları kursunu bitirdi

Ahmet Yıldız, ABD Fort Stildeki top okulunu bitirdi. Fort Bragg’daki psikolojik savaş merkezinde eğitim gördü.

Suphi Gürsoytrak, Fort Leavenword’daki ABD Kurmay Kolejinden mezun

Yazımızı bitirirken, bir zamanlar ABD’nin Savunma Bakanı McNamara’nın resmi kayıtlarda bulunan, bir konuşmasında sarf ettiği şu sözleri de aktaralım,

“Amerikan askeri okullarında 18 bin kişi eğitim görüyor. Bunlar bizim hükümet geleneklerimizi ve felsefemizi öğrenecekler. Ülkelerine döndüklerinde bunun uygulayıcısı olacaklardır.”

6 Ocak 2017