TRT 1’de bir dizi devam ediyor. Adı “Teşkilat”. Bizim bildiğimiz MİT’i anlatıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı’mız belli ki bu diziye her bakımdan destek veriyor. Kuvvetli bir destek verdiği MİT’e ait sembollerin dizide açıkça kullanılıyor olmasından belli. Bunun eleştirilecek bir yanı yok, bir Türk olarak böyle dizilerin yapılmasından son derece memnun olurum. Amerikalılar film ve dizi sektörü marifetiyle Amerika’nın küresel hakimiyet algısını çok büyük oranda tahkim etmişlerdir. Homeland dizisini ilgiliyle izledik değil mi? Son yıllarda biz de benzer bir çabanın içindeyiz. İyi şeyler yapılıyor ve Teşkilat dizisi de iyiniyetli bir çabanın ürünü gibi görünüyor. Ama nedense bizim İstihbarat teşkilatımız dizilerde veya gerçek hayattaki icraatlarında bazı ayrıntılara hiç dikkat etmiyor. Daha açık yazalım: bazı dikkatsizlikler gözbebeğimiz Milli İstihbarat Teşkilatı’mızın ve ülkemizin algısına zarar verecek türden diye düşünmekteyim.
Örnekse:
İki binli yılların başıydı. Afganistan’da Amerikan işgali gerçekleşmiş, Taliban rejimi yıkılmış ve yeni bir yönetim iş başına gelmişti. Türk soylu Özbek Generel Raşit Dostum Afganistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak siyasi bir rol üstlenmişti. General Dostum’un Türkiye ile ilişkileri malumdu. Bir bakıma Türkiye’nin Afganistan’daki “adamı”ydı. Birgün, sabah gazete ve TV’lerde şu haberleri okuduk ve izledik: “Afganistan Cumhurbaşkanı Yardımcısı General Raşit Dostum MİT tarafından karşılandı ve MİT’e götürüldü”. Ertesi gün ve daha ertesi gün benzer haberler gazete ve televizyonlarda tekrarlandı durdu. “Dostum, MİT Marmara köşküne götürüldü, MİT’te yemek yedi, General Dostum MİT elemanları tarafından Çankaya’ya götürüldü vs….”
Bu haberler beni çok rahatsız etmişti o vakit. Bir köşe yazısı yazdığımı ve şu soruyu MİT’e sorduğumu hatırlıyorum: “Bir ülkenin resmi Cumhurbaşkanı yardımcısının bir başka ülkenin istihbarat teşkilatının kucağında ordan oraya taşınması o adama itibar mı sağlar zarar mı verir? Yani yemeğini bile istihbaratçıların tertip ettiği birini dünyada veya ülkesinde kim ciddiye alır?”
Hiç unutmuyorum, benim bu uyarımı merhum bakanımız Ayvaz Gökdemir ve MİT’in efsane yöneticisi Mehmet Eymür ciddiye aldılar ve bana destek verdiler.
Nitekim General Dostum ülkesinde tek bir yetki dahi kullanamadı ve cumhurbaşkanıyken evinde göz hapsinde yaşamak zorunda kaldı. Günün sonunda da yargılanacaktı ve Türkiye araya girerek Türkiye’ye getirdi.
Örnekse:
Şu meşhur “Çözüm Süreci”ni hatırlayın. 2010’lu yıllar. O vakitler Yeni Asır’da köşe yazmaktayım. Çözüm sürecini destekleyen bir köşe yazarı olarak bazı şeyleri tuhaf bulmaya başladım. MİT terörist başı Öcalan’ı doğrudan muhatap alıyor ve bir müşterek çalışma düzeni kurmuş bulunuyordu. Amaçlanan hedef bakımından ve hedefin tarihsel önemi yönünden bunda yadırganacak bir husus görmüyordum ancak gördüğüm başka bir şey vardı: Abdullah Öcalan profili ve psikolojisi konusunda ders çalışmış birisi olarak biliyordum ki o şizofren bir zekaya sahipti. Bu tür adamların bir özelliği vardır ki etraflarını mistik bir etki altına alırlar ve yönlendirirler. Öcalan bizim istihbaratçılarımızı aşırı bir ümidin içine çekiyordu ve hiç kimse ülkenin güneydoğusunda olan bitenleri bildiği halde üzerinde durmuyordu. Oslo’da MİT Müsteşar Yardımcısı hanımefendi PKK’lı Sabri Ok’a soruyordu: “şehirlere bomba depoluyorsunuz, niye yapıyorsunuz bunu?”. Bunu kimse sorgulamadı sonra. Diğer yandan biz gazeteciler güneydoğuya gidiyorduk ve PKK’ya ait mahkeme binaları, PKK’ya ait Yargıtay binaları görüyorduk. PKK vergi salmaya başlamıştı şehirlerde. Yol boylarında PKK karakolları açılmıştı. Sonuçta yazdığım ve MİT’i uyardığım o yazımda “Dikkat Apo sizi kullanıyor olabilir!” diyordum ve şu hatırlatmayı yapıyordum: “Unutmayın, Apo ile adamları arasındaki ilişkiyi düzenleyen duygu “korku duygusu”dur. Apo’yla devlet arasındaki düzenleyici duygu da korkudur. Apo devleti bilir ve devletten korkar. Tek kontrol edemediği duygu budur. Apo’yu devlet korkusundan uzaklaştırırsanız o şizofrenik zekasıyla sizi kullanır ve siz bunu ancak iş işten geçtikten sonra anlarsınız”. Yazdıklarım mealen bunlardı. Nitekim günün sonunda tam da öngördüklerim gerçekleşti. MİT’çi kadının Oslo’da sorduğu sorunun cevabını biz çukur savaşında aldık.
Gelelim bugüne: MİT dün olduğu gibi bugün de prestij kuruluşumuzdur ve bir Türk olarak bu kurumumuzla her zaman iftihar etmişimdir. Hakan Fidan’lı MİT’i çok daha fazla taktir ettik ve sevdik. Parlamentoda Milli Savunma Komisyonu ve İstihbarat ve Güvenlik Komisyonu Üyesi olarak çalıştım. MİT’in yasal yeni imkanlara kavuşmasında payım olmasından her zaman bir tür milli haz duymuşumdur.
Ancak, ne kadar üzücüdür ki bizim MİT son dönemlerde müthiş başarılı işler yaparken yine ayrıntılarda tökezliyor. Bilmiyorum uzmanlaşmadan kaynaklanan bir kurumsal damar sertliği mi yaşıyor, yoksa başarının getirdiği aşırı bir özgüven mi, yoksa memleketin ve dünyanın kendilerinden ibaret olduğu duygusu mu çevreledi bu kurumu, bilemiyorum.
Merak ediyorum, şimdi aşağıda yazacağım iki örneğe bu koca kurumun içinden bir Allah’ın kulu “arkadaşlar bu iş yanlış anlamalara meydan verebilir” demiyor mu?
Örnekse:
Geçtiğimiz günlerde Teşkilat dizisini izliyorum. Devletimizin diplomasi ve güvenlik kurumları Türkiye’nin Balkanlardaki çıkarlarını cansiperane bir şekilde koruyor ve mücadele ediyorlar. Ülkemize kurulmuş bin bir türlü siyasi, jeopolitik, istihbari tuzağı bozuyorlar. Buraya kadar şahane. Ama bir de ne görelim, Balkanlarda ülkemizin çıkarlarını koruyan İstihbaratçılarımız oralardaki Bektaşi tekkeleriyle, yani tasavvuf ehliyle birlikte çalışıyor ve birlikte operasyonlar yapıyorlar. Gözlerime inanamadım. Bir de dizide yanılmıyorsam Gostivar’daki Sersem Ali Baba Tekkesi’nin görüntüleri filan da gösteriliyor:
Bu senaryoyu yazan, bu diziye destek veren arkadaşlar böyle bir şeyi nasıl yaparlar anlamıyorum. Orada 400 yıldır faaliyet gösteren ve kendi hallerinde varlıklarını sürdüren Bektaşi veya Nakşi tekkeleri ve cemaatlerini açık hedef haline getirdiklerinin farkında değiller mi?
Balkanlar’da bu Türk dizileri seyrediliyor. Buranın gavurunun ne kadar ırkçı saldırgan olduğu bilinmiyor mu? Yarın birkaç sırp manyak bu dizideki iş birliği görüntülerini ciddiye alır da bu gariban Bektaşi, Nakşi cemaatlere saldırırlarsa ne olacak?
Atatürk’ün milliyetçilik yazıp duran Ruşen Eşref’e “Çocuk milliyetçilik yazılmaz, yapılır” dediğini hatırlatmak gerekiyor bu beylere...
Örnekse:
Bugün, pazar akşamı yine Teşkilat dizisini izliyorum. Dizide Neslihan Hanım var. Rolünü de güzel oynuyor. Sempatik bir diplomat. Yani Türk Dış İşleri Bakanlığı’nın bir bürokratı. Fakat oda ne: Neslihan Hanım istihbaratçılarla birlikte çalışıyor, operasyon yapıyor, her işin içinde maşallah.
Benim hayatımın büyük bir bölümü siyaset ve devlet işleriyle geçti. Ömrüm boyunca teorik devlet çalıştım. Uluslararası ilişkiler çalıştım akademik seviyede. Böyle bir saçmalık ne gördüm ne duydum. En fantastik Amerikan dizilerinde de böyle bir şeye rastlamadım. Bütün ciddi devletlerde diplomat diplomattır, istihbaratçı istihbaratçıdır. Görüntü ve imaj budur. Peki istihbarat teşkilatıyla hariciye iş birliği yapmaz mı? Tabi ki yapar, hem de dibine kadar yapar. Öyle konular var ki ortak çalışma icap edebilir. Bu başka bir şey. Bu ilişki bir tv dizisiyle faş edilmez. Bu salaklıktır. Ülkenin resmi tv kanalında Türk diplomatların istihbarat teşkilatlarıyla birlikte çalıştığını izleyen muhataplarımız o diplomatlarımızla nasıl güven ilişkisi geliştirebilir hiç düşünen oldu mu acaba?
Bu tür görüntülerin giderek bizim demokratik devlet olmaktan bir istihbarat devleti olmaya doğru evirildiğimiz yönünde bir algı oluşturabileceği ihtimalini gelin on saniye düşünelim.
Bütün bu örnekler şunu gösteriyor: yıllar önceki General Dostum konusundaki hatalara benzer hataları yine yapmaya devam ediyoruz. Üstelik çok başarılı bir dönemi yaşarken.
Teşkilat dizisinin yapımcıları, bu diziye lojistik destek veren kurumlar, TRT veya her kimseniz, lütfen biraz dikkat!
Söz konusu olan devletimiz ve onun beka kurumları!