Yassıada Mahkemesi Anayasayı İhlal Davası

Yassıada mahkemesi bir darbe mahkemesidir. Bu mahkemenin iddiaları da kararları da darbeyi haklı göstermek amacıyla düzenlenmiştir. 27 Mayıs darbesi siyasete el koymuş, iktidarı gaspetmiş, serbest seçim ve çoğunluğun oyuyla iktidarda bulunan Demokrat Parti’yi yani demokratik iradeyi cezalandırmıştır.

Yassıada’da görülen Anayasayı ihlal davası; vatana ihanet suçlamasıyla açılmıştır. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes’le birlikte toplam 401 Demokrat Parti milletvekili darbe mahkemesinde bu davadan sanık olmuş ve yargılanmıştır.

Davanın vatana ihanet suçlamasıyla açılmasının sebebi Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı da idam edebilmek içindir. Çünkü cumhurbaşkanı ancak vatana ihanet suçu kapsamında mesul tutulabilmekte ve yargı önüne çıkarılabilmektedir. O tarihte 78 yaşında bulunan Celal Bayar’ı asabilmek için, ayrıca, Ceza Kanunundaki yaş haddi kaldırılmış böylece Bayar’ın asılması için ‘hukuki’ zemin hazırlanmıştır. Yassıada mahkemesinin kararları daha davalar başlamadan tayin edilmiştir.

Yassıada mahkemesinde yapılacak tahkikat ve takibatın şekil ve mahiyetini sivil kesimden birkaç profesör, bazı askeri yargı mensupları ve Milli Birlik Komitesinin Yassıada mahkemesine başhakim tayin ettiği şahıs kararlaştırmıştır.* Darbe mahkemesinin arka planında Milli Birlik Komitesi bulunmaktaydı. Vahim suçların iddia edilmesi, ağır suçların bulunması ve ağır cezaların verilmesi 27 Mayıs darbesinin gerekliliğini ve ‘meşruiyet’ini kanıtlamak, darbecileri de isyan veya darbe suçundan aklamak için kendi açılarından bir mecburiyetti.

Devrim-inkılap-ihtilal-darbe-ayaklanma

Darbeciler ve yandaşları 27 Mayıs askeri darbesini bir ‘devrim’ olarak isimlendirmişti. 27 Mayıs bahsi okul kitaplarına alınmış, 1960’tan 1983’e kadar okul kitaplarında bir ‘devrim’ olarak okutulmuştu. 27 Mayıs darbesi, Hürriyet ve Anayasa Bayramı adıyla 1963’te İnönü hükümeti tarafından resmi bayram ilan edilmiş ve kutlanmıştı.

Yassıada mahkemesinde Celal Bayar 27 Mayıs’tan ‘ayaklanma’ olarak söz etmişti. Daha sonraki yıllarda 27 Mayıs’tan ‘fiili hareket’ olarak bahsetmişti, yani 27 Mayıs’ı bir darbe olarak bile nitelememişti. Yine Celal Bayar, mahkemenin şedit ortamında askerin siyasete karışmasını eskiden de bugün de doğru bulmadığını söylemişti.

“Sizi buraya tıkan kudret”

Yassıada mahkemesi başhakimi Salim Başol’un sarfettiği “sizi buraya tıkan kudret” böyle istiyor sözleri Anayasayı ihlal davası sırasında Manisa Milletvekili Samet Ağaoğlu’nun bir itirazı üzerine söylenmişti.

İddia

İddiaya göre kanunlar ve olaylarla Cumhuriyet prensipleri ihlal edilmiş, dikta rejimi desteklenmiş, anayasa ihlal edilmiş, teşrii murakabe yapılmamış.

Anayasa

1950-1960 arası hükümet olan DP döneminde 1924 Anayasası yürürlükteydi. Anayasanın ilhal edildiği gerekçesiyle DP’yi yargılayan darbeciler 1924 Anayasasını toptan feshetmişlerdir. Şayet bir ihlalden söz edilecekse, Anayasayı 1960 darbesi ihlal etmiştir. 1961 Anayasası ile milli iradeye ortak bürokratik kurumlar ihdas edilmiş, İnönü ve Milli Birlik Komitesi üyelerine ömür boyu sürecek olan “tabii senatörlük” gibi bir makam sunulmuştur. Kendi idarelerini İkinci Cumhuriyet olarak tanımlayan Milli Birlik Komitesi, yeni Anayasayı yeni cumhuriyeti kurmakla görevli Kurucu Meclise yaptırmıştır. Kurucu Meclise Demokrat Partiyi temsilen hiç bir üye alınmamış, bu meclis CHP kadro ve taraftarlarıyla kurulmuştur.

Demokrat Parti döneminde geçerli olan 1924 Anayasası kuvvetler ayrılığı esasına değil, kuvvetler birliği esasına dayalıydı. Milli Mücadele ruhuyla Meclis tek varlık olarak milli iradeyi temsil ediyordu. Tüm yetki Meclis’e verilmişti. Onun için Meclis’ten çıkan kanun millet iradesi hükmünde ve anayasal kabul ediliyordu. Meclis’in tasdik ettiği bir kanunu anayasaya aykırı olmuyordu.

Adnan Menderes, “Hakikat şudur ki, kanun vazıı, 1924 Anayasası ile her şeyden evvel bir rejim değişikliğini mektup hale getirip tahakkuk ettirmeyi, yani saltanat idaresinden milli hakimiyet rejimine geçmeyi ana hedef olarak kabul etmiştir. Onun içindir ki, kuvvetler birliği esasına dayanan tek Meclisli bu idarenin memleket mukadderatına kayıtsız şartsız hakim olması gayesi her mülahazanın üstünde yer almış ve Anayasanın temel yapısı böylece yoğrulmuş ve muhtevası böyle bir maksatla kaleme alınmıştır.” diyordu ve “Bilhakika Anayasaya aykırı kanunların çıkarılamıyacağı yine Anayasada bir madde ile tasrih edilmiş bulunuyor.”, “Çünkü biraz önce arz ettiğim gibi ve iddia hilafına olarak Anayasa, kuvvetlerin tefriki esasına değil, tek Meclis hakimiyeti esasına dayanmakta ve Anayasa muhalefet iddialarının kanunların tefsiri, kararlar ıstarı, hatta Başkumandanlık sıfatının Meclisin manevi şahsiyetinde mündemiç bulunması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türk milletinin yegane ve hakiki mümessili olduğu bu Anayasada yer almış bulunmaktadır.” diyordu.

İzmir Milletvekili Nuriye Pınar da “Esasen Anayasaya aykırı kanunlar yaparak diktaya gitmek diye bir şey bahis konusu edilemez. Çünki milletin hakimiyeti Büyük Millet Meclisinde toplanmıştır. Millet Meclisinin yaptığı her kanun Anayasaya uygundur. Bunu en veciz şekilde kurucumuz Atatürk şöyle ifade etmiştir; "Hakikati halde hakimiyet yalnız bir şekilde tecelli eder. O da hakimiyet sahibi olan insanların doğrudan doğruya bir araya gelerek teşrii, icrai, adli vezaifi bizzat ifa etmeleri ile mümkündür.” Yine Atatürk'e göre hakimiyet denilen kuvvet kabili tefrik ve kabili tevdi değildir.”

Dikta

Anayasayı ihlal davasında mahkemenin iddiaları arasında diktaya gitmek konusu yer alıyordu. Demokrat Parti milletvekilleri diktaya gidiş iddiasını reddetmişlerder.

Şayet bir mahkumiyet kararı verilecek olursa şahıslarının değil, milli iradenin ve Türk adaletinin mahkum edilmiş olacağını, vatan haini değil vatanperver insanlar olduklarını, söylemişlerdir. Serbest seçimin olduğu yerde diktanın olamayacağını, üstelik iktidara geldikten sonra iki defa daha milli irade ile seçilen bir siyasi teşekkül için diktadan söz etmenin mümkün olmadığını söylemişlerdir. Esasen köy muhtarlarından ve ihtiyar meclislerinden başlayarak kademe kademe Büyük Millet Meclisine kadar bütün müesseseleri ile demokratik nizam çerçevesi içinde hakim murakabesine tabi şartlar altında cereyan ettirilen bir seçimde diktanın mevzubahis ve mümkün olmadığını ifade etmişlerdir.

Mecliste oy kullanırken kimsenin baskısı, tesiri, tehtidi veya minneti altında kalmadıklarını çünkü yoklamayla milletvekili seçildiklerini, seçmenlerinden başka kimseye medyun olmadıklarını söylemişlerdir. DP içinde hükümete şiddetle muhalefet eden milletvekillerinin bile bir sonraki seçimde veto edilmediğini, ancak her dönemde önemli bir kadro değişikliği yapıldığını ifade etmişlerdir. Demokrasinin sosyal hayatımıza ilk defa DP ile girdiğini belirtmişlerdir.

İzmir Milletvekili Necdet İncekara, “Bir diktatörlüğün ya orduya, ya polis kuvvetlerine veya gençlik teşkilatına dayandığını, DP’nin böyle bir dayanağı olmadığını, olmuş olsaydı bir saat içinde derdest edilip Yassıada’ya konamayacaklarını ifade etmiştir. DP’nin orduya dayanmadığı muhakkaktır. Polis teşkilatına gelince, 7 milyara çıkan devlet bütçesi içinde polis kuvvetlerinin bir dikta rejimini destekleyecek istikamette bir seviyeye getirilmediği de aşikardır. Bütün Türkiye'nin polis mevcudu, Paris polis kuvvetleri mevcudunun yarısıdır. Gençlik teşkilatı gibi, SS'ler gibi, siyah gömlekliler gibi bir şey tasavvurlarından geçmemiştir. DP’nin gençlik teşkilatı bir özenti halinde Halk Partisi gençlik kollarının tatbiki mahiyetinde olmuştur. O kadar dahi inkişaf etmiş bir teşkilatı yoktur. Bu itibarla bir diktatörlükten söz edilemez.” demiştir.

İstanbul Milletvekili Necmi Nuri Yücel, “Mahkemede DP milletvekillerinden bazıları hükümeti şiddetle tenkit ettiklerini söylediler. Evet doğrudur, şiddetli tenkitler yapılmıştır. Bu şiddetli tenkitlerin kolayca yapılabildiği, tenkidlerinden dolayı hiç bir gazetecinin ceza görmediği kabul buyurulursa, böylesine bir tenkit hürriyeti içinde dikta rejimi bahis konusu olmaz. Zira dikta rejiminde tenkid bulunmaz.” demiştir. “Ayrıca, seçime gitmek üzere idik. On beş gündür huzurunuzda okunan zabıtlarla yapılan konuşmalardan anlaşılmıştır ki böylesine gayri mütecanis bir siyasi grubun diktaya gitmesini mümkün görmem. Kanun sayısının 8.000'e yaklaşmış oluşu, mensup olduğum grubun objektif hukuka, hukuk anlayışına bağlı olduğunu gösterir. Zira diktaya gidiş halinde kanunlardan ziyade emirnameler, kararnameler ve fermanlar hakim olur. Ben Adnan Menderes'te bir dikta temayülü görmedim.” demiştir.

Tahkikat Komisyonu ve Salahiyet Kanununa oy veren DP milletvekilleri olduğu gibi, vermeyenler de olmuştur. Vermeyenlerin bir kısmı bu kanunu Anayasaya aykırı olacağından değil, siyasi tansiyonu gereceği düşüncesiyle kanuna oy vermemiştir.

Milletvekilleri dikta iddiasına bir başka açıdan da itiraz etmişler ve “Dikta tek şahıs ile olur, halbuki kararnamede birinci mesul Celal Bayar deniliyor. Bir taraftan da Adnan Menderes deniyor. Dikta tek bir esasa müstenittir.” demişlerdir.

İstanbul Milletvekili İsak Altabey ise, Demokrat Parti’nin Musevi cemaatine yaptığı davet çağırısı üzerine cemaat reisi tarafından aday gösterildiğini ve DP milletvekili seçildiğini söyledikten sonra, “Dikta rejimine gidildiği yolunda bir kanaate sahip olmadığım gibi böyle bir gayeye hizmet etmek, takdir buyurursunuz ki, benim durumumda olan bir milletvekili için imkansızdır.” diyor, çünkü “ailesi etrafından 7 kişiyi Auschwitz Nazi imha kamplarında kaybetmiş bir insan için bir diktaya gidişe yardım tasavvur dahi edilemez.” demiştir.

Seçim

27 Mayıs darbesine gerekçe olarak, DP’nin erken seçime gitmek istemediği ve darbenin bu sebeple yapıldığı söylenmektedir. Bu söylem birkaç yönden sakattır. Bir kere, hiç bir hükümetin erken seçime gitmek gibi bir mecburiyeti yoktur, seçimin bir zamanı vardır ve normal şartlarda seçimler tayin edilmiş zamanlarda yapılır. İkincisi, Menderes, 1961 baharında normal seçim yapılması için bütçeye fasıl konması konusunu Maliye Bakanı Hasan Polatkan’la görüşmüştü. Erken seçim konusu da görüşülmüş, en kısa zamanda seçime gidileceği İzmir ve Eskişehir seyahatlerinde ifade edilmişti, ancak seçim yapılamadan darbe gelmişti.

1960 darbesinden bir elli yıl sonra bile güncelliğini koruyan seçim ve darbe konusunda bir köşe yazarımız şunları söylemektedir: “Seçimlerin aksatılmadığı bir ülkede askeri darbe yapmak alçaklıktır. Sana güvenip ülkesinin güvenliğini sana emanet eden, silahını alan, üniformanı diken, lojmanını yapan, cebine paranı koyan halkına ihanettir. Senin “düşmanla” savaşacağını sanıp sana karşı hiçbir tedbir almayan insanını kalleşçe arkadan hançerlemektir. İktidara gelebilmek için meydanlara çıkıp halkından oy istemeye gücü yetmeyen ödleklerin iktidarı silahla çaldıkları sefil bir zorbalıktır. Darbe yapanların, darbe tezgahlayanların, darbe planları hazırlayanların, “halkına ve ülkesine ihanetten” ağır cezaya çarptırılmaları gerekir.” (Ahmet Altan, Taraf, 29 Nisan 2010)

Gösteri Yürüyüşleri Kanunu

Anayasayı ihlal olarak ortaya sürülen Gösteri Yürüyüşleri Kanununun çıkarılmasının sebebi şudur: 1950 genel seçimlerden hemen sonra muhalefet partisi yurdun her bucağında ve köşesinde mütemadi ve ısrarlı toplantılar yapmış, her Cumartesi ve Pazar günleri memlekette 30-40 miting gerçekleştirilmiş, bunların adedi yılda binleri aşmış, parti mensupları kamyonlarla Ankara’ya taşınmıştı. Bu girişimler, Adnan Menderes’in de dediği gibi, seçimle birlikte tecelli eden millet iradesiyle tezat teşkil etmiştir. Huzur ve sükuna ihtiyacı olan vatandaş kitlelerinin onların irade ve ihti­yarları dışında ve bir çok hallerde zorla ayağa kaldırarak rahatsız etmeğe, iş ve gücünden alıkoyup milli randımanın eksilmesine sebebiyet vermiştir. Nevşehir Milletvekili Necmettin Önder’in dediği gibi açık hava toplantıları yapmak suretiyle daima bir seçim tansiyonu içinde ve vatandaşları avare bırakarak bir yıl içinde iki bin miting yapılmış, üç beş bin kişinin bir araya geldiği bu mitingler sebebile 20 milyon insan dükkanını, tezgahını kapatmak durumunda kalmıştır.

İnönü faktörü

Yassıada davalarının bir kısmı doğrudan doğruya İsmet İnönü’yü ilgilendirmesine rağmen, İnönü’nün şahit olarak Yassıada’ya çağırılması talebini mahkeme reddetmiştir, “şahsına hürmeten” gerekçesiyle İnönü Yassıada’ya getirilememişti.

Mahkeme İnönü’ye endeksli olmuştur, herhangi bir şahıs veya olay İnönü’yü memnun etmiş ise, bu makbul addedilmiştir. İnönü’nün tenkit edilmesine izin verilmemiştir.

İstanbul Milletvekili Muhlis Erdener, İnönü hakkında konuşmak istemiş ama konuşturulmamıştır. Başhakim “İnönü’yü bırakın efendim ... Bunları söylemenize müsaade edilemez.” demiştir. Erdener ise, bir çok kanunumuzun maziden gelen tatbikatlarla bu güne kadar masuniyetini koruduğunu söylemiş ve “şimdi en büyük muhalefet partisinin ve hassaten onun lideri İnönü’nün kendi görüş, anlayış ve beyanları hilafına olarak böyle bir kanun çıkmasını Meclisin meşruiyetini ihlal edilmiş ad edecek kadar ağır bir suç telakki etmesi ve bu yolda memleket sathında büyük endişe ve tereddütler yaratacak beyanlar yapması maalesef samimi telakki edilemez.”, “Sayın İnönü  kanunların Anayasaya aykırı olup olmadığını tayin ve tespiti hakkının yegane merciinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğu yolunda iç ve dış için yapmış olduğu müteaddit beyanlar hilafına 7468 numaralı kanunun kabulü dolayısiyle iktidarın gayri meşruluğunu ilan ve iddia edecek kadar ileri gitmesi, yine samimiyetle telifi mümkün olmayan diğer bir fiili olmuştur.” demiştir.

Kastamonu Milletvekili Münif İslamoğlu, Meclis konuşmalarının birinde İnönü’nün memleketi felakete, ihtilale götürdüğünü söylemiş, “her şeyden evvel İnönü meselesi ortaya çıkmaktadır, bu menfur adamı politika dışına atmak lazımdır, bendeniz ancak bu takdirde memleketin huzura kavuşacağını sanıyorum.” demiş. Bu konuşmanın mahkemede okutulması üzerine Münif İslamoğlu söz istiyor. Başhakim, “Ne imiş, bir şey mi söyleyeceksiniz?” diye soruyor. İslamoğlu, “Efendim, sonradan inki­şaf eden hadiseler o zamanki görüşümün doğru olduğunu ortaya koymuş bulunuyor. Çünkü muhalefet liderleri memleket sathında bilhassa komşu memleketlerdeki hadiseleri istismar ederek Nuri Sait Paşanın akibetinin devleti idare edenlere bir ders olmasını ileri sürüyor­lardı.” diyor. Başhakim sinirleniyor ve, “Şimdi de isbat ediyorsunuz, musırsınız** diyorum. Değil mi? O zamanki söylediklerinizde, bu noktai nazarda musırsınız.” diyor. İslamoğlu, “Musır değilim, tahakkuk ettiğini görüyorum.” diyerek diretiyor. Başhakim yine, “Musırsınız?” diye İslamoğlu’nu yıldırmaya çalışıyor ama İslamoğlu, “Musır değilim efendim. Bu hadiseler o günkü görüşüm şeklinde inkişaf ettiğini görüyorum.” diyor. Başhakim yine, “Şu halde musırsınız.” diyor. İslamoğlu, “O günkü görüşümün bugün hadiselere inkılap ettiğini görüyorum.” diyor. Başhakim sindirmekte ısrarla, “Sözlerim doğru diyorsunuz?” diyor. İslamoğlu, “O zamanki kanaatlarım tahakkuk etti diyorum.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Başol, İslamoğlu’na oturmasını söylüyor.

İstanbul Milletvekili Enver Kaya da, “30 Nisan'da Sayın İnönü'nün 40 mebusla beraber çıktığını gazeteler yazdılar. Bir muhalefet lideri ve mebusları seyahata çıkabilirler, buna kimse mani olamaz. Fakat hiç bir mesele yok iken ve bir bahar havası devam ederken bu şekilde Büyük Ege Taarruzu namı altında muhalefetin kalkıp yola çıkması partiler arasında siyasi tansiyonun yükselmesine sebep oldu. ... Çünkü Irak ihtilalinden sonra matbuatta, manzurı aliniz olmuştur, matbuatın büyük tahrikleri ile orayı işaret etmek sureti ile imalı yazılar, resimler, karikatürler neşredilmiştir.” diyor.

CHP, Irak’taki Baasçı ihtilale işaret ederek, ihtilali örnek göstermiş ve ihtilal arzusunu hep canlı tutmuştur.

Hatıra defterleri

DP milletvekilleri Yassıada’da verdikleri ifadelerinde diktaya gidişi reddetmiş ve diktaya gidiş gibi bir şeyi sezmediklerini söylemişlerdir. 400 kişiye yakın DP kadrosu içinden birkaç milletvekili farklı ifade vermiş olabilir. Bu birkaç kişi - belki darbe mahkemesine yaranmak, ama birkaçı da işbirlikçi olmayı üstlendikleri için – diktaya gidiş vardı demiş olabilirler. Bu sayının sadece birkaç şahısla sınırlı olması dikkate şayan ve önemlidir. Çünkü DP kadrosu tek sesli olmayıp kendi içinde tartışan, farklı görüşleri grup içinde savunabilen bir grup olsa da temel konularda bir birliktelik içindedir.

DP’lilerden fire verenlerin başında Etem Menderes gelir. Etem Menderes, darbe mahkemesi doğrultusundaki görüşlerini hatıra defterine kaydetmiş. Bu hatıra defterini sipariş üzerine Yassıada’da yazdığı da rivayet edilir. Etem Menderes gibi Şemi Ergin, Refik Koraltan ve Abdullah Aker de hatıra defteri sahibidir. Şemi Ergin kızına hadiseler hakkında malumat bırakmak üzere defter tutmuş. Mahkeme sırasında bu hatıra defterlerinden uzun uzun bölümler okutulmuş ve nihai kararda da hatıra defterlerine yazılanlar delil teşkil etmiştir.

Hatıra defterlerine diğer milletvekilleri tepki göstermiştir. Bu şahısların hatıra defterlerine kaydettikleri bu fikirleri niçin arkadaşlarına anlatmadıkları, niçin bu fikirleri gizli tutup susup oturdukları sorgulanmıştır.

Mesela, Etem Menderes’in Bayar’ın sofrasından naklen Bayar diktaya gidecekti cümlesine karşılık olarak Manisa Milletvekili Samet Ağaoğlu tepki gösteriyor ve “Bir gece buluştuk, hakikaten sofrada idik. Hakikaten zamanın doğurduğu ızdıraplardan bahisler geçti. Sayın Bayar o zaman bu ızdıraplarından bahsederek dünyanın her yerinde bu gibi hadiseler diktatörlüğü tevlit edebilir, anarşi olabilir, ama bizde böyle bir şey olursa yazık olur şeklinde tees­süf ve teessürlerini izhar ederek konuştu. Böyle onun şahsına karşı ağır bir itham olmasaydı konuşmayacaktım. Nasıl bunlar Etem Mende­res'in hatıra defterine giriyor ve bu gibi şeyler arkadaşların hatı­ra defterlerinin sahifelerinden fırlıyor. Bu arkadaş hakkında ilk ve son defa konuştuğum için çok müteessirim. Böyle şeyler cidden akıldan uzaktır. Bunlar ancak Etem Menderes'in kaleminden çıkar.” diyor. Başhakim, “Ne için, neden Etem Menderes'in kaleminden ne için böyle şeyler çıkarmış?” diyor. Samet Ağaoğlu da, çünkü anlamıyor söyleneni, kavrama seviyesi müsait değil diyor.

Ezan

16 Haziran 1950 günü Demokrat Parti iktidara geldikten bir ay sonra 1932’den beri yürürlükte olan ezanın Arapça okunması üzerindeki yasak ve ceza (hapis ve para cezası) kaldırılmış, ezana istenilen dilde okuma serbestisi getirilmişti. Ezan üzerinden kaldırılan yasak ve ceza konusu Yassıada’da bir suçlama olarak gündeme gelmiştir. Sanık konumunda bulunan Trabzon Milletvekili Prof. Dr. Osman Turan, parti içi konuşmalarda ezan dilinin serbest bırakılması kanununun daima tenkidini yaptığı için şimdi rahat konuşabildiğini söyledikten sonra, demokrasiye, laikliğe, vicdan hürriyetine inanıyorsak elbette ki milletin ezanına, ibadetine karışmamız mümkün değildir, dünyanın hiç bir yerinde böyle bir şey yoktur, gönül arzu eder ki, ben arzu ederim ki ezan dili Türkçe olsun ama ezan diline karar vermek benim vazifem değildir, münevver din adamlarının vazifesidir, DP ezan dilini serbest bırakmakla demokratik hareket etmiştir, zorla yapılan bir şey elbette ki bozulacaktır, demokratik nizam bunu istemektedir, demiştir. Bu görüş, Demokrat Partinin esas görüşüdür.

Şahitler

Yassıada mahkemeleri süresince yüzlerce şahit dinlenmişti; bu şahitler Ali Fuat Cebesoy’dan Athenagoras’tan, Bülent Ecevit’ten, Ali Fuat Başgil’den işporta satıcısına, garsonuna kadar bir çeşitlilik gösterir. Başsavcının seçerek getirdiği şahitler arasında hukuk profesörleri de vardı, mesela aleyhte şahitlik yapması için çağırılan Bülent Nuri Esen. Mahkeme sırasında Bülent Nuri’nin Menderes’in başbakanlığı döneminde avukatı olduğu ve Adnan Menderes’e basın yoluyla yapılan hakaret davalarını takip ettiği ortaya çıkıyor, Menderes’in bu davaları hep geri çektiğini kabul etmek zorunda kalıyor. Bülent Nuri’nin bir meslektaşı da, “Ertuğrul Muhsin, Bülent Nuri için yanlış meslek seçti, büyük bir aktör olabilirdi” dediğini hatırlatıyor.

Antalya Milletvekili Burhanettin Onat, Amerika’dan getirilen ve günlerce ve saatlerce konuşturulan şahit Naili Kubalı’ya tanınan ayrıcalığa isyan ediyor ve, “Muhterem başkanım, kurban olayım, beş dakika beni dinleyin ne olur. Dört saat konuştu, Amerika'dan geldi. Ben de 14 aydır buradayım. Bana 10 dakika vermez misiniz?” diyor.

Yassıada Saati

Mahkeme safahatinden seçme bölümler, Yassıada Saati adıyla bir yıl süreyle her akşam radyodan yayınlanmıştır. Başhakimin mahkeme salonundaki konuşmaları biraz da bu propaganda programını göz önünde bulundurmaktaydı. Adnan Menderes’in avukatı Burhan Apaydın, bu programın suç olup olmadığı hususunun tetkikini istemişti.

Kararlar

Yassıada’da görülen 17 davanın kararı da Anayasa davasıyla birleştirilmiş, tüm davaların kararı 15 Eylül 1961 günü açıklanmıştı. Anayasa davasında yargılanmayan Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’a doğrudan İstanbul Ankara Olayları davası nedeniyle ölüm cezası verilmişti.

İdamlar

İddia makamı 107 “sanık”ı vatana ihanet suçlamasında asli fail göstermiş ve TCK’nun 146. maddenin 1. fıkrasına göre idam talep etmişti. İdamı istenenler:

Celal Bayar, Adnan Menderes, Medeni Berk, İzzet Akçal, Ce­lal Yardımcı, Etem Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Atıf Benderlioğlu, Tevfik İleri, Hayrettin Erkmen, Hadi Hüsman, Nedim Ökmen, Şemi Ergin, Haluk Şaman, Sebati Ataman, Abdullah Aker, Refik Koraltan, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, İlhan Sipahioğlu, Samet Ağaoğlu, Emin Kalafat, Rıfkı Salim Burçak, Kamil Gündeş, Remzi Birand, Celal Ramazanoğlu, Rauf Onursal, Hüseyin Fırat, Mustafa Zeren, Mazlum Kayalar, Baha Akşit, Hüseyin Bayrı, Hamdi Bozbağ, Kemal Demiralay, Ali Harputlu, Sü­leyman Sururi Nasuhoğlu, Şefik Çağlayan, Hüseyin Ortakçıoğlu, Reşat Akşemsettinoğlu, Sefer Eronat, Muzaffer Önal, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Nüzhet Ulusoy, Vacit Asena, Mustafa Kemal Biberoğlu, Turan Baha­dır, Bahadır Dülger, Sait Bilgiç, Hilmi Dura, Osman Kavuncu, Him­met Ölçmen, Kemal Özer, Necmettin Önder, Selami Dinçer, Ekrem Anıt, Zeki Erataman, Kemal Erataman, Sezai Akdağ, Hadi Tan, Necati Çelim, Osman Kavrakoğlu, Burhan Bel­ge, Murat Ali Ülgen, Süleyman Çağlar, Enver Kaya, Sabri Erduman, Münif İslamoğlu, Haluk Timurtaş, Muhlis Erdener, Mükerrem Sarol, Selim Yatağan, Halis Öztürk, Selahattin İnan, Melik Fırat, Rüştü Çetin, Nazım Batur, Zeyyat Mandalinci, Cemal Tüzün, Saadettin Yalım, Nurettin Aknoz, Sadık Erdem, Burhanettin Onat, Kenan Akmanlar, Ahmet Kocabıyıkoğlu, Nail Geveci, Muharrem Tuncay, Hamdi Ongun, Sadettin Karacabey, İhsan Gülez, Halil Turgut, Doğan Köymen, Nuri Togay, Servet Sezgin, Hakkı Kurmel, Yakup Karabulut, Mustafa Reşit Tarakçıoğlu, Adnan Selekler, Ömer Cebeci, Fikri Apaydın, Kemal Terzioğlu, Hasan Hayati Ülkün, Muhittin Güzelkılınç, Abdullah Akın, Nusret Kuruoğlu, Kemal Eren’dir.

Divan, bu sayıyı 15’e indirmiş ve Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman hakkında idam kararı vermişti.

Bu sayıyı Milli Birlik Komitesi 4’e indirmiş ve Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamını onaylamış, ancak son merhalede Celal Bayar’ın infaz kararı uygulanmamıştı. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961 günü, Adnan Menderes ise bir gün sonra 17 Eylül 1961 günü İmralı’da idam edilmişlerdi. Fatin Rüştü Zorlu, cellatın ellerinin titremesi üzerine “ne korkuyorsun, ölüme sen değil ben gidiyorum” demiş ve iskemleye kendisi tekme atmıştı. Andan Menderes çok can çektirerek idam edilmiş, idama nezaret eden subaylar bir kere ile yetinmeyip Menderes’i ikinci defa ipe çekmişlerdi.

Diğer hükümler

281 sanık ise vatana ihanet suçlamasında fer’i fail görülmüş ve 146. maddenin 3. fıkrasına göre cezalandırılmalarını istenmişti.

Sıtkı Yırcalı, Osman Bibioğlu, Sait Ağar, Gani Gürsoy, Şefik San, Sırrı Turanlı, Ali Yaşar, Arif Demirer, Orhan Kökten, Mustafa Öztürk, Osman Talu, Necati Topçuoğlu, Orhan Uygun, Şeref Saraçoğlu, Faruk Çöl, Hamit Koray, Nazifi Şerif Nebel, İsmet Olgaç, Hüseyin Özbay, Mehmet Ak, Atilla Konuk, İbrahim Subaşı, Ahmet Tokuş, Yaşar Yazıcı, Mecit Bumin, Hilmi Çeltikçioğlu, Eyüp Doğan, Yaşar Gümüşel, Fethi Batur, Hüsamettin Coşkun, Nihat İyriboz, Piraye Levent, Ekrem Torunlu, Cevat Ülkü, Esat Budakoğlu, Muzaffer Emiroğlu, Mekki Sait Esen, Ali İleri, Halil İmre, Arif Kalıpsızoğlu, Faik Ocak, Fuat Onat, Sırrı Yırcalı, Ertuğrul Çolak, Mehmet Erdem, Şevki Hasırcı, Sait Göker, Ekrem Yıldız, Nusrettin Barut, Rifat Bingöl, Servet Bilir, Zuhuri Danışman, Mithat Dayıoğlu, Mahmut Güçbilmez, Kadir Kocaeli, Nezih Tütüncüoğlu, Behçet Kayaalp, Müfit Erkuyumcu, Selahattin Karacagil, Recep Kırım, Hulusi Köymen, Nurullah İhsan Tolon, Hilal Ülman, Kenan Yılmaz, Nureddin Fuat Alpkartal, Halim Alyot, Ahmet Hamdi Sezen, Nahit Ural, Sedat Baran, Hamdi Bulgurlu, Ali Dedekargınoğlu, Kemal Erdem, Yakup Gürsel, Fevzi Hacırecepoğlu, Cevat Köstekçi, Ali Çobanoğlu, İsmail Hadımlıoğlu, Ali Rıza Karaca, Mehmet Karasan, Refet Tavaslıoğlu, Fikri Arığ, Tahsin Cahit Çubukçu, Sezai Demiray, Nuri Onur, Kamil Tayşi, Hamit Zülfü Tığrel, Hüseyin Ülkü, Mehmet Hüsrev Ünal, Rasih Gürkan, Nurettin Manyas, Rukneddin Nasuhioğlu, Sabahattin Parsoy, Hüseyin Şahin, Osman Alihocagil, Mehmet Eyüboğlu, Sait Kantarel, Hasan Numanoğlu, Münip Özer, Fethullah Taşkesenlioğlu, Rıza Topçuoğlu, Halil Akkurt, Muhtar Başkurt, Mustafa Çürük, Hamit Dedelek, Abidin Potuoğlu, Hicri Sezen, Ekrem Cenani, İhsan Dai, Samih İnal, Süleyman Kuranel, Ali Ocak, Cevdet San, Ali Şahin, Selahattin Ünlü, Sadık Altıncan, Ali Naci Duyduk, Mustafa Hemiş, Tahsin İnanç, Mazhar Şener, Übeydullah Seven, Mehmet Dölek, Sami Göknar, İbrahim Gürgen, Hidayet Sinanoğlu, Niyazi Soydan, Ali Latifoğlu, Tevfik Tığlı, İsak Altabey, Nazmi Ataç, Arslan Nihat Bekdik, Faruk Nafiz Çamlıbel, Sedat Çetintaş, Selim Erengil, Hüsamettin Giray, Ayşe Günel, Mehmet Gürpınar, Mehmet Faruk Gürtunca, Aleksandros Hacopulos, Mucip Kemalyeri, Nizamettin Kırşan, Nihat Haluk Pepeyi, Mithat Perin, İbrahim Sevel, Mıgırdıç Şellefyan, Necla Tekinel, Nazlı Tlabar, Fahrettin Ulaş, Tahsin Yazıcı, Hristaki Yoannidis, Necmi Nuri Yücel, Mahmut Yüksel, Sebati Acun, Danyel Akbel, Selahattin Akçiçek, Enver Dündar Başar, Behzat Bilgin, Muammer Çavuşoğlu, Necdet Davran, Selim Ragıp Emeç, Perihan Arıburnu, Sadık Giz, Necdet İncekara, Osman Kapani, Ekmel Kavur, Nuriye Pınar, Fevzi Uçaner, Behçet Uz, Ahmet Ünal, Muzaffer Akdoğanlı, Basri Aktaş, Şükrü Esen, Ali Gözlük, Ömer Başeğmez, Ebubekir Develioğlu, Servet Hacıpaşaoğlu, Ali Rıza Kılıçkale, Fahri Köşkeroğlu, Durdu Turan, Şefik Bakay, Mehmet Ali Ceylan, Avni Sakman, Dündar Tekand, Hüsnü Yaman, Dursun Erol, Nüzhet Onat, Abdurrahman Fahri Ağaoğlu, İshak Avni Akdağ, Hamdi Ragıp Atademir, Mustafa Bağrıaçık, Sıtkı Salim Burçak, Reyhan Gökmenoğlu, Ali Saim Kaymak, Hulki Amil Keymen, Ahmet Koyuncu, Tarık Kozbek, Mustafa Runyun, Sebahattin Sayın, Sami Soylu, Ömer Şeker, Nafiz Tahralı, Mehmet Diler, İbrahim Germiyanoğlu, Ahmet İhsan Gürsoy, İrfan Haznedar, Emin Topalar, Atıf Akın, Selim Akiş, Nebil Sadi Altuğ, Hikmet Bayur, Nafiz Körez, Sudi Mıhçıoğlu, Orhan Ocakoğlu, Cevdet Özgirgin, Cemil Şener, İhsan Yalkın, Turhan Akarca, Nuri Özsan, Sadi Pekin, Turgut Topaloğlu, Şemsi Ağaoğlu, Giyasettin Emre, Zihni Üner, Münir Hayri Ürgüplü, Ali Gürün, Atıf Topaloğlu, Hüseyin Agun, Mehmet Fahri Mete, Ahmet Morgil, Nüzhet Akın, Tacettin Barış, Hamdi Başak, Hamza Osman Erkan, Baha Hun, Rıfat Kadızade, Salim Çonoğlu, Necmettin Doğuyıldızı, Abdullah Eker, Ömer Güriş, Abdullah Keleşoğlu, Asaf Saraçoğlu, Fikri Şen, Hamdi Tekay, Ferit Tüzel, Şükrü Uluçay, Suat Bedük, Baki Erden, Veysi Oran, Mehmet Daim Süalp, Fikri Şendur, Ömer Özen, Hamdi Özkan, Mahmut Pınar, Muharrem Tansel, Ali Çakır, Hasan Gürkan, İsmail Özdoyuran, Ahmet Paker, Keramettin Gençler, Haluk Çulha, Fikri Karanis, Selahattin Karayavuz, Osman Nuri Lermioğlu, Hasan Polat, Salih Zeki Ramoğlu, Pertev Sanaç, İsmail Şener, Osman Turan, Ömer Yüksel, Talat Alpay, Mahmut Ataman, Ömer Lütfi Erzurumluoğlu, Numan Kurban, Fuat Nizamoğlu, Nazım Tanıl, Cemal Zühtü Aysan, Suat Başol, Ali Kaya, Tahir Öktem, Necati Tanyolaç, Hulusi Timur, Hüseyin Ulus

Beraat edenler

Naci Berkman, Şevki Erker, Kemal Özçoban, Sabri Dilek, Kasım Küfrevi, Abdülkadir Eryurt, Rüştü Güneri, Mahmut Goloğlu olmak üzere 8 sanık Anayasa davada beraat etmişlerdir. Naci Berkman, Şevki Erker dava sürerken tahliye edilmişler.

Vefat edenler

Yusuf Salman, Lütfi Kırdar (İstanbul Ankara Olayları davası sırasında mahkeme salonunda), Gazi Yiğitbaşı, Org. E. Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üresin paşa ve Kenan Yılmaz Anayasa davasında yargılanırken Yassıada’da vefat etmişlerdir. (Namık Gedik Ankara Harbiye’de, Zakar Tarver, Cemil Keleşoğlu (bileklerini keserek), (İstanbul Emniyet Müdürü) Faruk Oktay, Lütfü Şaylan Yassıada’da mahkemeler başlamadan hayatlarını kaybetmişlerdir.)

Oturumların hemen hemen her celsesinde milletvekillerinden bir veya birkaçı hastalanmış ve dışarı çıkarılmıştır.

Avukatlar

Yassıada avukatlarının bir kısmı sanık yakınlarıdır; eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin, amcalarının avukatlığını yapmışlardır. Yassıada mahkemelerine avukat bulma zorluğu olmuştu. Yassıada mahkemeleri başlayacağı sırada İstanbul Barosu kendi barosuna kayıtlı avukatlara Yassıada avukatlığını yasaklamıştı. Aileler avukatların istedikleri ücretleri karşılayamayacağı için avukat tutmamışlardı. Yassıada avukatı olarak adı geçen bazı avukatlar avukatlık yapmaktan çekinmiş, müvekkil listesine adları yazılmış olmasına rağmen müvekkilliği kabul etmemişlerdi. Bazı avukatları da ‘sanık’lar kabul etmemişti ve avukatlar çekilmek durumunda kalmışlardı. Avukat Seyfi Öztürk ise, Savcı yardımcılarından Fahrettin Öztürk’ün kardeşi olması sebebiyle, Başsavcının talebi üzerine Avukatlık Kanununun 6. maddesine binaen müdafilikten ayrılması istenmişti. Bazı avukatlar CHP veya Milli Birlik Komitesi yandaşı kimselerdi, davayı ve müdafaaları yönlendirmekle görevliydiler.

Bazı avukatlar çok sayıda müvekkilin avukatı olmuşlardı. Bazı avukatlar davalara muntazam gelirken bazılarının devamı sınırlı olmuştu.

Yurda geri dönenler

27 Mayıs darbesi olduğunda yurt dışında bulunan ve yurda geri dönenler: Ahmet Hamdi Sezen, Ahmet İhsan Gürsoy, Ali Çobanoğlu, Emin Topaler, Hasan Gürkan, İsmail Özdoyuran, İrfan Haznedar, Mehmet Diler, Mehmet Fahri Mete, Nezih Tütüncüoğlu, Nurullah Tolon, Şevki Hasırcı, Tahir Öktem, Turhan Akarca, Yaşar Gümüşel.

Buna mukabil, 27 Mayıs darbesi olduğunda yurt dışında bulunan ve geri dönmeyenler: Rıza Çerçel, Muzaffer Kurbanoğlu, Necdet Azak ve Vamık Tayşi.

Müdafaalar

Celal Bayar, Yassıada mahkemelerinde dik ve cesur bir duruşla arkadaşlarına sahip çıkmış, “vatanperver insanlardır, hepsine kefilim” demiş ve mesuliyeti kendi üzerine almıştır. Başsavcı buna müdahale etmek durumunda kalmış ve hukuken böyle bir şeyin olamayacağını söylemiştir.

Başol, müdafaaların kısa olmasını istiyor, uzun müdafaalara kızıyor, Sakarya Milletvekili Nusret Kirişçioğlu’na, “İnat olsun diye 223 sahifelik müdafaa veriyorsun!” diyor. İstanbul Milletvekili ve Gümrük ve İnhisarlar Bakanı Hadi Hüsman’a “Bunların hepsini okuyacak mısınız?” diye soruyor. Bunun üzerine Hadi Hüsman “O halde müdafaa yapmıyorum efendim.” diyor. Başol da, “Yapmazsan yapma. Gelmiş buraya tomarlarca müdafaa yapıyor.” diyor. Eskişehir milletvekili ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a ise, “Bizim burada boş laf dinlemeye vaktimiz yok.” diyor. Polatkan da “Muhterem Başkanım; idamım istenilen bir cezada kendimi müdafaa etmiyeyim mi?” diyor.

Başsavcının okuduğu son iddianamede sevk kararnamesinde olmayan konulara yer veriliyor. Hatta, bazı sanıklar 146/3’e göre fer’i fail iken Başsavcı tarafından kararname aleyhe değiştirilerek sanık 146/1 ile karara bağlanıyor.

Bu durum karşısında Çanakkale Milletvekili ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu dosyaları tetkik etmek ve avukatlarıyla konuşmak istiyor, yoksa müdafaayı yapamamış oluruz diyor. Başol, “Buyurun oturun, yapamazsan ne yapalım, yapan yapar. 14 Ekim'den beri yaptığınız kafi.” diyor.

Ağrı Milletvekili ve Adliye Bakanı Celal Yardımcı’nın çok kısa bir süre avukatlığını yapan Orhan Arsal, silahlı ortama tepki gösteriyor ve, “Etrafta silah doludur. Biz mahkemelerde cidden silah görmeye alışmış insanlar değiliz. Silah gölgesi altında müdafaa yapmaya alışık değiliz. Bu bakımdan emniyet tedbirlerinin başka türlü yapılmasını istirham ediyorum.” diyor.

Sanıkların avukatlarıyla görüşmeleri 4 subay nezaretinde cereyan ediyor. Yazışmaların ise 50 kelimelik metinler halinde yapılması gerekiyor. Avukat Burhan Apaydın bu tahdidin kaldırılmasını istiyor.

27 Mayıs 1960 askeri darbesinin ürünü olan Yassıada mahkemesi bir zorbalık ve hukuksuzluk dayatmasıdır. Yassıada mahkemesinin gerek iddiaları gerekse kararları kamu vicdanını derinden yaralamıştır.

Yassıada mahkemesi gibi bir mahkemenin bir siyasi iktidar kadrosuna yaşatılmış olması ve böyle bir mahkemeyi Cumhuriyet tarihimizin yaşamış olması insana ızdırap veriyor.

* Bu kadro şu isimlerden oluşmuştur: Ordinaryüs Prof. Dr. Tahir Taner'in başkanlığında, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol, İstanbul Hukuk Fakültesi Dekanı ve Ceza Hukuku Prof. Dr. Naci Şensoy, İstanbul Üniversitesi Ceza Hukuku Prof. Dr. Nurullah Kunter, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Prof. Dr. Sahir Erman, Askeri Yargıtay eski Başsavcısı Hakim Tuğgeneral Kamil Rona, Askeri Yargıtay Üyesi Hakim Albay Rıza Tunç ve Milli Müdafaa Bakanlığı Askeri Adalet Başkanı Hakim Yarbay Refet Tüzün.

** Musır = "ısrarcı"

Prof.Dr.EmineGürsoyNaskali

3.Cumhurbaşkanı  Celal Bayar ın torunu