Bir an için düşünüp,ülke olarak millet olarak nereden nereye geldiğimizi, gözümüzün önünden bir film şeridi gibi akıp gittiğini anımsamak.....
İşgal ve yabancıların tahakkümü altında vatan topraklarından , istiklal-ı tamme tam bağımsızlığı kendine şiar edinmiş insanların yaşadığı ve sahiplendiği bir vatana....
Millet olarak aç ,susuz ,fakru zaruret içerisinde, var olabilme ayakta kalabilme mücadelesinden, Balkanlardan orta Asya’ya kadar bütün Türk ve Müslüman âlemine ,ağabeylik liderlik yapma idealine.....
Sanayide, tarımda, teknolojide, muhassır ülkeler seviyesine gelebilme şansını yakalamaya çalışan bir devlet yapısı.....
Dünyanın sayılı ekonomik büyüklüğüne sahip olan ülkeler arasında , emperyalist güçlere karşı , mücadele azmine sahip, gelişmekte olan bir ülke özelliğine.....
Daha bir çok şey yazabiliriz . Ülkemiz ,her geçen zaman dilimi içerisinde, eksiklerimize rağmen Büyük Atatürk’ün dediği gibi, muhasır ülkeler arasında yerini alacaktır.
Bütün bunlara rağmen, kanayan yaramız, acımız ,üzüntümüz ;
Batının gizemli devletlerinin anti Müslüman ,anti Türk zihniyetinin , allayıp pullayıp önümüze sunduğu modern ve gelişmiş Avrupa sermayesi karşısında, nefsimize ve teknolojinin engin gelişmişliğine karşı koyamayıp , geldiğimiz yeri bizi ,Türk milleti yapan özelliklerimizi, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” sözünü bir an için aklından çıkaran bir neslin, vatanın geleceğini ne hale getirilebileceğini düşünmek, hayal etmek ve yaşamak, kendini ve geçmişini bilen bir millet için en karamsar bir tablodur.
Geçmişinden nasiplenmemiş , geleceğini göremeyen toplum , adeta bir boşlukta kalır, çevresine ve kendisine olan saygısını kaybeder.
Günümüz toplumunun belki de en önemli sorunu ahlak çürümesidir. Fıtrat ta ahlak, ”Cemiyetin toplumun temelidir,özüdür.
Türk toplumu adabı muaşeret kurallarından uzaklaşır bir hale geldi.
Ahlaki değerlerin maalesef diğer değer yargılarının gerisinde kaldığı bir dönemde ,insanımızın yaşam ve geçim kaygısı ile boğuşuyorken, faziletli bir hayat sürmesi, önceliği olamamaktadır.
Ne güzel bir hayattı değil mi, aile büyüklerimizin hayat ile alakalı anlattıkları, ahlaki ve beşeri meziyetler;
Yolda yürürken küçüğün, büyüğünün önüne geçmesinin saygısızlık olarak addedildiği,
Mahalleye yeni bir komşu gelirse, diğer hanımların ona hoş geldinize gittiği, çocuklar için ailelere , iltifatlar yaptığı,
Mahallelerimizde bir komşumuz öldüğünde ,cenaze evine gidilip ,(önce kıble istikametindeki komşusu gider) cenaze evine yemek verildiği,.
Yemek masasına büyüklerden önce oturulmadığı,.
Gelir düzeyi yüksek olanların, hiç kimsenin anlayamayacağı bilemeyeceği bir şekilde ,Öksüz ,ve yetimleri sevindirdiği,
Sokak kapılarının üstünde iki tokmağın bulunduğu,, biri kalın, biri ince;
Gelen bayansa kapıyı ince tokmakla vurduğu, evin hanımın da kapıyı ,ev hali ile bilerek açtığı,
İşte “ZİMEM DEFTERİ”de , dinimize ve ırkımıza has olan bu geleneksel adetlerimizden biridir.
Zimem defteri, günümüz ifadesi ile veresiye defteri;
Gerçi artık insanımızın mahallenin bakkalı, mahallenin kasabı, mahallenin manavı gibi mahalle kültürü ile yaşamasının adeta imkansız olduğu, her alanda oluştuğu üzere, monopol güçlerin ufak zanaatkar ve esnafa yaşam imkanı vermediği bir sistemde bu ananevinin bir ehemmiyeti kalmışmıdır…
İnsanların tüketime yönlendirildiği, görsel ve yazılı medya vasıtası ile insanlar üzerinde algı yaratıldığı ticaret savaşında, benim bakkal amcamın ne ehemmiyeti olabilir, hangi silahı ile gücü ile ,bu monopol sisteme karşı koyabilir.
İşte böyle bir devirde, az da olsa bu keyfi yaşayan, yaşatmak isteyen insanımıza “ZİMEM DEFTERİ”ni ve ensar bir millet olan Aziz Türk Milleti’nin maneviyatını, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Osmanlıdan gelen bir adet olan “Zimem defteri”, garip gurabanın, mutlu olduğu ve hoşnut edildiği bir gelenektir.
Özellikle ramazan aylarında ve mutad günlerde hali vakti yerinde olanlar,tanınmamak için kılık kıyafet değiştirerek,yabancı oldukları semtlere giderek, bakkalda ,pazarda müsait ortamları kollayarak, mekan sahiplerine :
Zimem defteriniz var mı diye sorarlarmış, zimem defteri veresiye defteri.
Esnaf (bakkal-kasap-manav ) bu defteri çıkarınca, esnafa dönerek, bu defterin bir başından, bir ortasından bir de sonundan şu kadar sayfanın toplamını alınız diyerek, bu borçlar öder, silin bu borçları, Allah kabul etsin diyerek ve sayfaları iptal ederek, yine geldiği gibi sessizce ve kimseye kim olduğunu belirtmeksizin oradan uzaklaşırmış.
Borçlu , borcunu kimin ödediğini, borcu ödeyen de kimin borcunu ödediğini bilmezdi. Böylece ne zenginde gurur, ne fakirde minnet…Ne hoş bir zerafet…
Sadece rabbimizin rızasını kazanmak için, herhangi bir karşılık beklemeksizin, bu ruh hali ile ve de verdiğini unutarak yapılan insanca bir tasarruf.
Yine günümüzde unutulan, eski geleneklerimizden biri de cami, mescid, türbe gibi yerlerde “SADAKA TAŞI ve YİTİK TAŞI” denilen iki bölmenin olmasıymış.
“YİTİK TAŞI” kayıp para veya eşya bulanların, buldukları eşyayı üzerine bıraktıkları yer…
“SADAKA TAŞI” ise ,garip gurabaya yardım etmek isteyenlerin, hiç kimseye göstermeden, sormadan yardımlarını bıraktıkları ve ihtiyaç sahibi olanların da kimseye görünmeden, ama ancak ihtiyaçları kadar aldıkları bölme…
Bir anda, günümüz camilerini ve namazını eda eden samimi Müslümanları, diğer yanda da camilere siyaseti sokan din görevlileri ve günahkar cemaatı aklıma getirdim. Yitik taşı ve Sadaka taşından, günümüzde cami önlerinde el açan ve acaba namaz kılarken eşyalarım çalınacak mı diye dertlenen insanımıza.
Allah’ın mabedi, huzur bulduğumuz, rabbimize yakardığımız kutsal mekanlar camiler ,türbeler ve mescidler tamamı güvenlik kameraları ile donatılmış, bu dahi faziletli olmamız noktasında nerelerde olduğumuzu göstermektedir.
Ensar millet, yardım eden millet, birbirleri ile yardımlaşan, karşısındakine de diğergam olan millet, nerede bizim imece kurumlarımız…
İnsan iki şekilde güzeli ve doğruyu buluyor,ya islah oluyor ya da iflah oluyor.
İşte meseleniz ne olursa olsun, maneviyat ve ahlak olmadığı sürece, huzuru ve refahı bulmamız ve de kalkınmamız mümkün olmayacaktır.
Yeni bir makale de buluşmak üzere
Sağlıklı ve huzurlu olmanız dileklerimle